21 Mart 2013 Perşembe

BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİN



BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ'NDE GİZLİ BİR MANEVİ HAZİNE
Nafi Baba Tekkesi, Osmanlı'nın Avrupa yakasındaki ilk Osmanlı-Türk şehitliği ve "Şüheda Kuyusu" ile birlikten hemen hemen hiç kimsenin bilmediği gizli bir manevi hazinenin bir halkası...
Bugün büyük bölümü Boğaziçi Üniversitesi Güney kampuste bulunan Şehitlik Dergahı'nda hayatlarını tereddüt etmeden feda etmiş olan yüzlerce Osmanlı askeri, Nimel çeyş medfun. Ni'mel ceyşin ya da İstanbul fethinin ilk şehitlerinin hatırası gibi kendileri de unutulup gitmiş...

ŞÜHEDA KUYUSU OSMANLI'NIN İLK ŞEHİTLİĞİ
Şüheda Kuyusu, adından da anlaşılacağı üzere İstanbul'un fethi sırasında Rumelihisarı'nda hayatını kaybeden şehitlerin toplu olarak medfun bulundukları bir toplu mezar. Osmanlı'nın ilk toplu şehitliği...
Miladi 1451 yılında Sultan II. Mehmed'in emri ile Osmanlı ordusunun öncü kuvvetlerinden, akıncılarından, serdengeçtilerinden bir gurup Osmanlı askeri, Rumelihisarı'nın inşasına paralel olarak Bizans'ın içlerine doğru cihada çıkar ve askerlerin bir kısmı Rumelihisarı'nın hemen üst bölgesinde şehit düşerek, topluca bir kuyuya; Şüheda Kuyusu'na defnedilir.
Şüheda Kuyusu, oldukça geniş, etrafı alçak duvarla çevrilmiş kare biçiminde büyükçe bir mezar. Toplu mezar olduğu için şehitlerin adı meçhul, ancak "Şüheda Taşı" olarak bilinen ve diğer mezar taşları gibi tahrip olmaması için Boğaziçi Üniversitesi tarafından Üniversitenin Kültür Mirası Müzesi'nde korunmakta olan bu taşın üzerinde sülüs hattı ile şöyle bir ifade vardır: "Heza Makam-ı Şüheda 855 Sene



Nafi Baba Tekkesi İstanbul'un ilk dergâhlarından biri olma özelliğine sahip... İstanbul'un Avrupa yakasında kurulan ilk dergâh olan Nafi Baba Tekkesi'nin hikâyesi İstanbul'un fethinin öncesine dayanıyor. Malum olduğu üzere fetihten önce Anadolu yakasında birçok dergâh mevcuttur.
II. Mehmet, otağ-ı hümayununu, temelleri bugün Boğaziçi Üniversitesi'nin sınırları içerisinde kalan ve az önce mevcut durumunu tavsif ettiğimiz Şehitlik Dergâhı'nın bulunduğu yere kurmuştur.
Ecdadımız işlerine/amellerine besmele, hamdele, salvele ve dua ile başlardı. Feth-i mübînin müjdecisi olan ilk dualar burada yapıldığı için mezkûr mahallin ismi Dua Meydanı olarak anıla gelmiştir. Nafi Baba Tekkesi işte böylesi bir alan üzerine kurularak; fetih öncesinde Sultan Mehmed Han'ın ilk karargâhı olmuştur.
Nafi Baba Tekkesi ve bir zamanlar Rumelihisarı'ndan Zincirlikuyu'ya kadar uzanan geniş arazisi, çok özel bir statü kapsamında Fatih Sultan Mehmed Han tarafından doğrudan Nafi Baba Ailesi'ne verilmiştir. Dolayısıyla, tekke ve arazisi kişisel mülk statüsünü kazanmıştır. Tekkelerin kapatılmasının ardından, Vakıflar, özel mülkiyet niteliğindeki tekke içindeki tüm eşyalara, çok değerli kitaplara ve el yazmalarına el koyarak toplatmıştır.

Sultan Abdülaziz döneminde, 19.yYüzyılın ikinci yarısında, İstanbul'da ilk "İlim Cemiyeti" ismi altında kültür faaliyeti, bu Dergâh'ın çatısı altında başlamış, Nafi Baba'nın babası olan Mahmut Baba, İstanbul Üniversitesi'nin kuruluşunda önemli bir payı olan matematik, coğrafya, felsefe, edebiyat, fizik, kimya, tıp ve astronomi gibi dersleri vermek üzere kurulmuş olan Beşiktaş İlim Cemiyeti'nin kurucu üyesi olmuştur.
Nafi Baba Tekkesi Cumhuriyet'in ilk yıllarına kadar önemini muhafaza ederek İstanbul'un manevi atmosferine katkı sağlamıştır.
Nafi Baba'nın torunlarından, BÜ öğretim Üyesi Yard. Doç. Dr. Mehmet Artemel bir hasbıhalimizde tekkenin statüsüne değinerek dedesi Nafi Baba'nın RC kurucularıyla olan teşrik-i mesailerine şu cümlelerle atıfta bulunmuştu: "Nafi Baba Tekkesi yani Şehitlik Dergâhı bugün Boğaziçi Üniversitesi'nin sınırları dâhilinde yer alıyor. Aslında, üniversite ve de Robert Kolej kısmen bizim arazimizin, kısmen de Ahmet Vefik Paşa'nın arazilerinden müteşekkil bir alanın üstüne kuruluyor


Nafi Baba Tekkesi Robet Kolej'e kucak açmıştır. Zira bu nokta, Fatih'in, Rumelihisarı'na ayak bastığı dönemden itibaren çok özel ve bir anlamda dokunulmaz bir alan statüsüne sahip oluyor. Kalenin de üstünde en yüksek noktada, boğaza hâkim bu dergâh aynı zamanda dervişlerin de inzivaya çekildiği, sakin ve gözlerden ırak bir mekândı. Bu açıdan, tekkenin rızası olmadan da Kolej'in buraya kurulabilmesi mümkün olmayabilirdi, zira o dönemde diğer yabancı dillerde eğitim veren yabancı menşeli okulların temsilcileri, Amerikalılara ayrıcalık yapılır gibi buraya Kolej'in kurulmasına karşı Sultan'a itirazlarını yöneltiyorlardı.
Üniversitemizdeki arşivlerde yazacağım bir makale için evrak ararken, Kolej'in iki kurucusundan biri olan Cyrus Hamlin'in, zamanında Hamlin Hall olarak bilinen Kolej'in ilk binasının inşaatı esnasında ailesine yazdığı mektuplarının fotokopilerine rastladım. Hamlin, temel çalışmaları başladığı günden itibaren, yukarıdan, yani tekkeden sessizce ama dikkatlice incelendiklerini yazıyor. Daha sonra, Hamlin binasının temeli atıldıktan sonra temelin sulanması gerekirken, kuraklığın baş gösterdiğini ve bu yüzden de çok endişeli olduğunu yazıyor. Aynı mektupta, kendi ifadesiyle tepedeki dervişlerin kendisini birlikte yağmur duasına davet etmek için haber yolladıklarını söylüyor. Buna çok şaşırdığını zira daha önce Müslümanlar ve Hıristiyanların birlikte dua edebildiklerini bilmediğini soyluyor. Daha da ilginci bir sonraki günün tarihini taşıyan mektupta, son derece şiddetli bir yağmur yağdığını ve temellerin dibine kadar suyla dolduğunu ifade ediyor."


Selefleri olan sair meşayih gibi tekkede dünyaya gelen Nafi Baba, Tekke'nin en tanınmış şeyhi olma özelliğini haizdir. Mahmut Baba'nın yerine 1860 yılında postnişinlik makamına getirilen Nâfi Baba'nın ismi pek çok eserde âlim, fazıl, nüktedan ve hoşsohbet bir zât ifadeleriyle zikredilmektedir.

Nafi Baba sülalesinin bilinen ilk ceddi Şeyh Bedreddin olup aile, Sevgili Peygamberimizin (sav) torunu Hz. Hüseyin'in (ra) seyyid neslinden gelmektedir.
Süheyla Hoca'yla evinde yaptığımız bir görüşmede Şeyh Bedreddin'in Akşemseddin'in arkadaşı; Hacı Bayram-ı Velî'nin de halifesi olduğunu söylemişti.
Mehmet Artemel'le olan bir hasbıhalimizde Hocamız ceddine ve Şehitlik Dergahı'na ilişkin tetebbuatını bizlerle paylaşmıştı: "Şeyh Bedreddin'in fetih şehidi olarak 1451'de şehid olduğunu mezar taşından görebiliyoruz. Esasen, bu da buradaki Şehitliğin ne kadar kıymetli bir tarihinin olduğunu gösteriyor. Şöyle ki, Fatih, fethi surların içindeki İstanbul'un alınması ile sınırlı değil; bir anlamda burada, Rumelihisarı'nda verilen zorlu mücadelede kazanılan zafer ve bunun sonucu tarihi Rumelihisarı kalesinin inşası, fethi başlatıyor.


Nafi Baba'nın Mahmut Bey Baba'ya ulaşan ceddi, İstanbul'un en kadîm aileleri arasında yer alır. Asırlardır Rumelihisarı'nda ikamet eden Nafi Baba ailesini ve irfanını günümüzde Boğaziçi Üniversitesi'nin kurucularından Prof. Dr. Süheyla Artemel ve oğlu Yard. Doç. Dr. Mehmet Nafi Artemel temsil etmektedir.Rumelihisarı'nda Kışlak Sokakta 250 yıllık tarihi bir Osmanlı Bağdadi evinde oturan aile, tasavvuf kültürünün, naif İstanbul/Anadolu beyefendiliğinin/hanımefendiliğinin müşahhas bir misalini teşkil ediyor.
Şehitlik Dergâhı'na, Şüheda Kuyusu'na, Nafi Baba Tekkesi'ne selâm olsun. Buralarda medfun bulunanların ceddimizin ervahına Fatihalar okuyalım... Bizim yapabileceğimiz bu, İstanbul'un, Türkiye'nin sahiplerinin bu konuda neler yapabileceğini ise Nafi Baba haziresindeki mezar kitabelerinde yazılı bulunan hakikate olduğu gibi "Hû Hakk Dost" diyerek bekleyip göreceğiz.

İbrahim Ethem' teşekkürlerimizle

Kaynak:İbrahim Ethem Gören/ Dünya Bülteni





HAMLİN 'İN KUYUSU

1863 senesinde bir lise olarak kurulduğunda, Robert Kolej’in bütün yükü Cyrus Hamlin adında çalışkan ve azimli bir adamın sırtındaydı. Dr. Hamlin, okulun yöneticiliğini yapmakla kalmıyor, o zaman henüz inşa halinde olan kampüste işçilerle birlikte çalışıyor, sabahları her işini bırakıp öğrencilerle beraber kahvaltı ediyor ve gerektiğinde resmi işleri halletmek üzere bazen saraya kadar uzanan görüşmeleri yürütüyordu.

1869 senesine gelindiğinde, Cyrus Hamlin Bebek’te bir efsane haline gelmişti. Herkes Hisar sırtlarında yükselen binadan bahsediyordu. Söylendiğine göre inşaatın bir planı bile yoktu. Her şey Hamlin’in kafasındaydı. Bölgede yaşayanlar, Hamlin’in kollarını sıvayıp Hisar ile Bebek arasında mekik dokuyuşunu şaşkınlık içinde izliyorlardı.

Hamlin kampüsten pek ayrılmazdı. Fakat ona ulaşmak her zaman mümkün değildi. Çünkü arada bir ortadan kayboluyordu. Onu arayanların bilmediği şey, çoğu kez su pompasını tamir etmek için okulun kuyusuna inmiş olduğuydu. Mektuplarında yazdığına göre, okulun su kaynağı olan bu derin kuyuya defalarca inip çıkmıştı.

Kuyunun yosunlarla kaplı yüzeyini ve keskin kokusunu önceleri çok yadırgarken, zamanla bu duruma alışmış ve orada rahat eder olmuştu: “Kuyuya ilk bir kaç seferinde bir halat yardımıyla indim. Sonra baktım ki olmuyor, bir ip merdiven sallandırdım. Artık orada oturma odamızda olduğum kadar rahatım. Kuyudan tepeden tırnağa sarı balçığa bulanmış bir halde, üzerimden sular akarak çıkıyorum. Sonra şöyle bir temizlenip Galler Prensi’nin İngiliz Sefareti’nde verdiği resepsiyona gidiyorum.”*

Belli ki Hamlin, bu ikili hayatı gayet güzel idare ediyordu. Sefaretteki resepsiyonda dünya meselelerine dair konuşan adamla, ondan birkaç saat önce bir kuyunun dibinde sessizce düşünen kişi aynı insandı. Hamlin, bir yandan sosyal hayatın gereklerini yerine getirirken, bir yandan da kafasında işleri tanzim etmek ve belki de yeni projeleri tasarlamak için kuyunun derinliğine sığınıyordu.

Cyrus Hamlin’in sıra dışı bir adam olduğuna hiç şüphe yok. Onun dinmeyen merakının ve dünyayı daha iyi bir yer haline getirme arzusunun önünde pek az şeyin durabildiğini biliyoruz. Ancak öyle görünüyor ki bu ilginç adam, tutkulu ve heyecanlı kişiliğinden bir parçayı geride bırakmış, onu tutup kendi elleriyle ördüğü okul duvarlarının harcına karıştırmıştı.

Bugün kampüsteki ilk tuğlaların yerleştirilmesinin, yani şu anda I. Erkek Yurdu olarak kullanılan Hamlin Hall’un inşa edilmesinin üzerinden neredeyse yüz elli sene geçti. Hamlin Hall’dan sonra başka binalar da yapıldı. Biz hâlâ bu binalarda genç insanları, önlerinde uzanan uzun ve belirsiz bir geleceğe hazırlamak için uğraşıyoruz. Çoğu kez başarılı oluyoruz. Ama Boğaziçi’nin aslında hangi ilkeler üzerinde durduğuna dair pek fazla konuşmuyoruz.

Eğer nasıl bir yer olduğunu sorarsanız, birçok kişi size Boğaziçi’nin Türkiye’deki en iyi üniversitelerden biri olduğunu söyleyecektir. Bu okulun, standardın üzerinde bir eğitim verdiğinden ve mezunlarına toplumda prestij ya da statü sağladığından bahsedecektir.

Bunların hepsi doğrudur. Ancak Boğaziçi Üniversitesi bunlardan ibaret değildir.

Asıl söylenmesi gereken şudur. Boğaziçi Üniversitesi, öğrencilerine ilham veren bir okuldur. Bizim üniversitemiz, bireylerin eğitim almak uğruna hayallerini geride bıraktıkları bir yer değildir. Tam tersine, onların heveslerini kırmayan ve kişisel becerilerini geliştirmelerine meydan veren bir kurumdur. Boğaziçi, her biri yalnızca birer meslek erbabı olan kişiler yerine, hayatı anlayıp onu dönüştürebilecek öğrenciler yetiştirmeyi hedefler.

Bunun içindir ki, Boğaziçi’nde her zaman sürprizlerin varlığı hissedilir. Tam her şeyi öğrendim artık dediğiniz anda, birisi gelip size daha önce gitmediğiniz yerlerin yolunu gösterecektir. Bir derste daha önce hiç duymadığınız bir fikirle karşılaşırsınız. Kütüphanede ufkunuzu genişleten bir kitap okursunuz. Ya da bir kulüp faaliyeti sırasında, o zamana kadar ortaya çıkmamış bir yeteneğinizi keşfedersiniz. Bilginin bir takım detayları üst üste yığıp biriktirmekle değil, çok daha yoğun bir kavrayışla ilgili bir şey olduğunu anlarsınız. Sonra bir de bakarsınız ki, bir fikrin peşinden gitmeye hazırsınız. Hatta aradığınız şeyi gün ışığına çıkarmak için derine çok daha derine inmeyi göze almışsınız.

İşte o zaman Hamlin’in Kuyusu ile tanışmış olursunuz.

Hamlin’in Kuyusu, içine girmeye cesareti olan herkesi biraz balçık biraz yosun ama her zaman büyük bir hazine ile karşılar. Çünkü onunla beraber gündelik hayatın döngüsünden uzaklaşırsınız. Önünüzde yepyeni bir dünya açılır. Yaratıcılığın ve özgür düşüncenin dünyasıdır bu. Kimileri için sanatın, kimileri için bilimin, kimileri içinse soyut tasarıların bulunduğu yerdir. Bir nota sehpasıyla, bir laboratuvar önlüğüyle, ya da bir kitapla başlamış olabilir. Ancak her zaman bir derinlik vaat eder bize. Gerçek bilginin derinliğini.

Boğaziçi Üniversitesi, kurulduğundan bu yana, yani tam yüz elli senedir, hâlâ bilgiye karşı duyulan bu heyecanın, hevesin ve merakın izlerini taşıyor. Bir akademik kurum olarak, sadece topluma faydası olacak bireyler yetiştirmekle kalmıyor, onların hepsini yetenekleri ölçüsünde gelişmeleri ve ilgi duydukları alanlarda derinleşmeleri konusunda yüreklendiriyor.

Üniversitemizin yüz ellinci kuruluş yıldönümünü kutlarken, büyük bir ilham ve azimle inşa edilmiş bu okulun, mezunlarına bir etiketten ziyade, hayatın kendisini anlama ve dönüştürme becerisi kazandırmayı amaçladığını hatırlatmakta fayda var.

Hamlin’in kuyusu fiziksel olarak artık iş görmüyor. Kampüs çoktan şehir suyuna bağlandı.

Ama o kuyunun ilham verdiği eğitim anlayışı Boğaziçi Üniversitesi’nde bugün hâlâ devam ediyor.

* Marcia ve Malcolm Stevens, Against the Devil’s Current: The Life and Times of Cyrus Hamlin, 361.

Meltem Gürle
Yabancı Diller Yüksekokulu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder